Islam Forum:::islam.forumm.biz:::
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Islam Forum:::islam.forumm.biz:::

Dinimiz - Peygamberimiz Kuran-ı Kerim - Dualar...
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kuran'da "zikir" Kelimesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ISLAM
Yönetici
Yönetici
ISLAM


Mesaj Sayısı : 15
Yaş : 41
Kayıt tarihi : 26/09/07

Kuran'da "zikir" Kelimesi Empty
MesajKonu: Kuran'da "zikir" Kelimesi   Kuran'da "zikir" Kelimesi Icon_minitimePerş. Eyl. 27, 2007 12:14 pm

ez–Zikr

Kur'ân–ı Kerim'in el–Kitab ve el–Kur'ân'dan sonra kendisi için en çok kullandığı isim Zikr/ez–Zikr'dir.
"Zikr", insanın elde ettiği bilgiyi hıfz gibi zaptetme ve önceden hıfzettiği bir bilgiyi hatırına getirme veya söz olarak söyleme anlamlarına gelir. Onun için, zikir iki türlüdür: kalple olan zikir ve dil ile olan zikir, denmiştir. Her ikisi de, iki nevidir: unutulanın zikri ve unutulmayanın zikri, yani hatırlanması ya da dile getirilmesi. Ayrıca, her söz de zikir diye isimlendirilebilir (el–İsfahanî, 179).
Zikrin asıl mânâsı, unutmanın zıddı olan hatırlamadır.
Sonra onun sonucuna, yani dil ile telaffuz etmeye de zikir denmiştir.
Yani hatırlanan şey, önce insanın içinde konuşulur, sonra da dilinde. Bu itibarla, söz de bir zikirdir.
Kur'ân–ı Kerim, kendisine "zikr" adını verirken, bu kelimeyi de, Firuzabadî'nin tesbitine göre yirmi ayrı mânâda kullanmıştır:
Dil ile zikretme/söyleme,
kalb ile zikretme/hatırlama, öğüt verme,
Tevrat, Kur'ân, Levh–ı Mahfuz, Hz. Peygamber'in risaleti, ibret, haber,
Hz. Peygamber'in bizzat kendisi, şeref, tövbe, beş vakit namaz, özel olarak ikindi namazı,
Cuma namazı, hatadan dolayı özür, şefaat, tevhid, nimeti anma, itaat ve hizmet (Fîrûzâbâdî, 3/13).

O, zikrin bu anlamlarda kullanıldığı âyetleri de verir. Ancak dikkatlice bakılırsa hepsinde aslolan mânânın, İbn Fâris'in dediği gibi, hatırlama ve hatırlananın nihayet dile getirilmesi olduğu görülecektir.
Zikrin biraz ilerisi "zikrâ" dır ki, o da hatırlatma yani "tezkîr" anlamına gelir ve
Kur'ân–ı Kerim, aynı zamanda hem "tezkire" (Tâhâ, 20/3), hem de "zikrâ" dır. (En'am, 6/90)


Bütün bu mânâları hesaba kattığımızda, acaba Kur'ân–ı Kerim'in "zikr" olması neyi ifade ediyor olabilir? Burada ezelî mîsak olayını hatırlamamız gerekir: "Hani Allah (c.c.), Âdemoğullarından, onların arkalarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak, 'Ben sizin Rabbınız değil miyim?' demişti. Onlar da, 'Evet, öyle. Biz, bunun şahitleriyiz.' diye cevap vermişlerdi. Allah böyle yapmıştı ki, Kıyamet günü, 'Bizim bundan (Senin Rabbimiz oluşundan) haberimiz yoktu.', demeyesiniz." (A'raf, 7/172).
Bu âyetten birkaç âyet sonra şu meâlde bir âyet daha vardır:
"Takvalı olan insanlara şeytandan bir vesvese geldiğinde hatırlayıverirler ve hakikati görenler olurlar." (A'raf, 7/201) Burada hatırlananın ne olduğu önemlidir. Bilindiği gibi hatırlamak, ancak önceden bilinen bir şey için söz konusu olabilir. Bu açıdan "zikir" kavramının ve ondan türetilen kavramların Kur'ân–ı Kerim'deki kullanılışları dikkate değerdir. Kur’ân'ın bu isimle anılması, sanki bu konuda insanda bir ön bilginin bulunduğu izlenimini verir. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğrettiğini buyurmaktadır. Şöyle de diyebiliriz: Kur'ân–ı Kerim'in söyledikleri insan için çok yabancı, yeni ve aşina olmadığı şeyler değildir. Ondaki bilgilerle insanın yaratılışının, tabir caiz ise, koordinatları, plânı ve krokisi örtüşmektedir. İnsan, tam Kur'ân'a göre yaratılmış, ya da Kur'ân tam insana göre nazmedilmiştir. Öyle ki, onun Kur'ân'daki bilgileri edinmesi, bir öğrenme değil âdeta bir hatırlamadır, eserle krokinin bire bir örtüşmesidir, yani zikirdir. Çünkü onlar, onun aslında zaten vardır.

Her hâlde Kur'ân–ı Kerim insanların onu ezelî mîsak ile hatırlamaları sebebiyle zikirdir.
Ayrıca o; insanlara bir hatırlatma ve bir öğüt olduğu için de, salt kıraati dahi Allah'ı (c.c.) zikretme olduğu için de, inananlar için bir şeref olması itibariyle de zikirdir. Kur'ân–ı Kerim inananlara sık sık Allah'ı çok zikretmelerini söyler. Onun zikrin esası olması itibariyle, onu anlamaya çalışan, ya da şuurla okuyanların bu eylemleriyle zikrettiklerinde şüphe yoktur. Ancak yine Kur'ân–ı Kerim'in zikre yüklediği mânâlar hesaba katıldığında, onun zikir dediği her şey, bu emrin yerine getirilmesi için bir vasıtadır.

İki ayrı sûrede bir kelime farkla tekrarlanan iki âyette Kur'ân–ı Kerim daha önce gönderilen kitaplara zikr tabirini kullanır ve: "Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasına peygamberlik vermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." (Nahl, 16/43; Enbiyâ, 21/7) der. Buradaki "zikir ehli" salt bir bilen değil, yukarıdaki açılımıyla, zikir denen özellikleri kendisinde bulunduran ve onlar için düşünüldüğünde, özellikle de önceki kitapları tanıyan insanlardır. Şimdi, bu iki kez tekrarlanan âyetin "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun." kısmının mutlak anlamda bütün inananlara yöneltildiğini tekrar düşünürsek, iki önemli sonuçla karşılaşmış oluruz:
1. Herkes için bilmek asıl olmakla beraber, herkes her şeyi, bu arada dinî bilgilerin delillerini bilmeyebilir. O takdirde zikir ehli diye vasıflanan insanlara sorması da onun bir görevidir. Yani din, belli özellikteki insanlara sormakla da öğrenilebilir. Buna fıkıh literatüründe taklîd adı verilir.
2. Kendisine sorulacak insan salt bilgi yüklü insan değil, bilgisi zikir kalıbında şekillenmiş olan insandır. Diğer bir ifade ile, Kur'ân“ı Kerim'in zikr dediği her şeyden nasibi olan insandır. Yani o, önceki kitaplardan haberdardır, Kur'ân“ı Kerim'i bilir, Hz. Peygamber'i, dolayısıyla O'nun sünnetini tanır, ibadeti tamdır, işlerinde Allah'ı (c.c.) derhatır eder. Bütün bunlar da elbette bilgi ile olur. Yani ehl–i zikir, öncelikle bilen insanlardır. Ancak bilme, ehl–i zikir olmanın bir şartıdır, sonucu değildir. Dolayısıyla bu âyetleri, çoğu meal yapanlarımızın yaptığı gibi, "bilmiyorsanız bilenlerden sorun" diye mutlak bilgiyi gerektirir tarzda tercüme etmek de yanlış olmalıdır. Ayrıca bu âyetler açmaya çalıştığımız tarzdaki bir anlayışla, aynı zamanda kendisinden sorulabilecek insanın, yani (fıkhî sahada) müçtehidin özelliklerine de işaret etmektedir.

Allah (c.c.), Kamer sûresinde dört kez
"Biz, Kur'ân'ı zikir için çok kolay kıldık. Yine de yok mu düşünüp zikreden!" diye uyarır. Allah'ın (c.c.) burada, "düşünüp zikreden" mânâsında kullandığı ikinci kelime "müddekir"dir ve bu "iddikâr" mastarının ism–i failidir. "İddikâr", zikrin mubalâğalısı, yani ileri derecesidir. İleri derecede zikir, iyice zikretme, yani hatırlayıp üzerinde bir de düşünme ve tefekkür etme ile olur. O hâlde Kur'ân–ı Kerim'in zikir için çok kolay kılınmış olmasını acaba nasıl anlamalıyız? "Müddekir" kelimesi, Kamer sûresinde aynen tekrarlanan bu dört âyetten önce ve sonra da iki kez daha zikredilir. İlki, o dört âyetin birincisinden hemen öncedir ve orada Hz. Nûh'un (a.s.) yaptığı gemiden söz edildikten sonra, "Andolsun ki onu bir âyet olarak bıraktık. Yine de yok mu düşünüp zikreden!" denmektedir. (Kamer, 54/15–16). Diğeri ise, sözü edilen bu dört âyetten sonra ve sûrenin sonlarına doğru gelmektedir. Orada da "Andolsun ki, Biz sizin benzerlerinizi helâk ettik. Yine de yok mu düşünüp zikreden!" diye açık seçik bir örnekten söz edilmektedir. Öyle görülüyor ki, bütün bunları beraberce düşündüğümüzde hem "iddikâr"ın mânâsı, hem de Kur'ân–ı Kerim'in zikir için çok kolay kılınmasının ne demek olduğu bir nebze anlaşılabilir. Çünkü gerek Hz. Nûh'un gemisinin ibka edilmesi, gerekse helâk edilip kalıntıları henüz ortada olan milletler, her bir varlık birimi gibi bir âyet olmalarından öte açık seçik birer âyettirler ve âdeta birer mûcizedirler. Bunu tezekkür eden insan, eğer ön yargılı değilse iyice düşünür ve tefekkür edip, ibret alır. Çünkü bu, meselâ bir bitkinin bitip büyümesi sürecinde olduğu gibi bir sürü lazımdan sonra varılan bir sonuç değil, apaçık bir delildir. İşte Kur'ân–ı Kerim'in zikir için kolaylaştırılması da, öyle sanıyoruz ki, bunun gibi bir şeydir ve o, anlattıklarıyla insanın fıtratına o kadar uygun ve onunla bire bir örtüşen şeyler söylemektedir ki, adeta insanın aynaya bakması gibi ona kendisini anlatmaktadır ve kalpler ona o kadar aşinadır ki, ancak onunla itmi'nan bulur. Dolayısı ile "kalplerin ancak zikir ile itmi'nan bulması"nı da böyle anlamak mümkündür (Ra'd, 13/2. Artık bununla bir şeyleri hatırlayıp tefekkür etmemek, olsa olsa bir peşin fikrin ve bilerek inkârın meyvesi olabilir.

Bu çok kolay kılınmayı Buhari, "Herkes, yaratıldığına müyesserdir." hadîsiyle açıklar. (Buhari, "Tevhid"). Bunun anlamı da, her bilgi ve anlayış seviyesinin Kur'ân'dan bir şeyler alabilmesidir. O, herkese ve her seviyeye hitap eder, herkes de ondan kendine göre bir şeyler alır. Ayrıca son iki âyet, Hz. Nûh'un ardından bırakılan gemisi ve helâk edilen benzer özellikteki kavimler, birer hissî/duyularla hemen tanınan delil/âyettirler ve bu itibarla sanki iddikâr da itibar/ibret alma gibi, bunlar vasıtası ile başka şeyleri anlama, bunlara vurarak onları hatırlama anlamında zikirdir. Eğer böyle ise, bundan anlaşılan önemli bir husus daha vardır ki, o da, Kur'ân'ın insana verdiği bilgilerin hiç yoktan öğrenilen bilgiler değil, insanın tabiî olarak bildikleriyle kıyaslanması ve birbirine vurulmasıdır.

Zikr kelimesi Kur'ân–ı Kerim'de müştaklarıyla/türevleriyle birlikte 270 kadar yerde geçer.
Tek başına zikr kelimesi dahi 76 defa tekrarlanır.
Bu sonuçla onun, Kur'ân“ı Kerim'in çok kullandığı kavramlardan olduğu anlaşılır. Ayrıca Kur'ân“ı Kerim âyetleri için "ezâ“zikru'lâ“hakîm" (Âl–i İmran, 3/5 nitelemesi yapılır.
Yani onlar, zikir olmalarının ötesinde, aynı zamanda hikmettirler.
Yani, eşyanın aslına bire bir uygun, doğru, kesin, muhkem ve değişmeyecek şekilde hükme bağlanmış bilgilerdirler. Kur'ân“ı Kerim, ayrıca "mübarek bir zikir"dir. (Enbiyâ, 21/50).
Onun tezekkür ve tefekkür edilmesi, insanı yüceltir ve bereketli kılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kuran'da "zikir" Kelimesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Islam Forum:::islam.forumm.biz::: :: İSLAMİ KONULAR :: .·[ KUR'AN-I KERIM ]·.-
Buraya geçin: